İbrahim Mirmahmutoğulları: “Ben Sivas’ı ruhumla seviyorum” 04 Nisan 2012 Çarşamba 13:39 Mir Holding Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Mirmahmutoğulları’nı ofisinde ziyaret ettik ve kendisiyle keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Edinmiş olduğumuz bilgileri sizlerle paylaşıyoruz.Türkiye’ de, üniversiteyi bitirip herhangi bir aile şirketi veya sermayesi olmadan şirket kurma vizyonu olan insan sayısı yok denecek kadar az… Siz bunu yapabilen ve başarıyla çalışmalarını sürdüren bir işadamısınız. Üniversitede nasıl bir öğrenciydiniz? Bu ufku neye borçlusunuz?Üniversiteyi; aile imkanlarının yetersiz olması nedeniyle, babamdan hiç para almadan bitirdim. Burs aldım, yaz aylarında çalıştım. Kazancımın önemli bir kısmını da yine ailem için harcadım. Anadolu’da genellikle çocukların en büyük zevki sokakta oynamaktır. Ama ben Sivas’ta her yaz mevsimini çalışarak geçirdim. Hem aileye yük olmamak hem de onlara yardımcı olabilmek benim için müthiş bir motivasyon kaynağı oldu ve ben okuldan iyi bir derece ile mezun oldum. Sonradan girişimci olanlar da var muhakkak ama girişimcilik ruhunun bir miktar gerilere dayandığı kanaatindeyim. Üniversitede okurken kimi kültürel kitapların ticaretini yapıyorduk. Ki sonradan “Elinizi kalbinize koyun, bugün bir kitap okuyun” diye bir vakıf kurduk. Gelir elde etmekten ziyade kültürel gelişim maksatlı bir girişimdi. Kısacası eğitime, kişisel gelişime, okumaya ağırlık veren bir öğrenciydim. Öğrencilik yıllarımda “Büyük işadamı olacağım, büyük işler kuracağım” gibi düşüncelerim hiç olmadı.Peki, “Kendime bir iş kursam, şöyle bir şeyler yapsam” veya “İyi bir şirkette yüksek maaşla işe girsem, tüm sıkıntılarımdan kurtulsam” diye aklınızdan geçirdiğiniz şeylerde mi olmadı?İnanın olmadı… Sanırım yoksulluktan rahatsızlık duymuyordum. Her şeyden evvel başka hassasiyetlere sahiptim. Dünyadaki karmaşalar, açlıkla mücadele eden toplumlar, gelir dağılımındaki adaletsizlikler… Bu hususlara çok kafa yorardım, hala da öyleyim. “İyi bir yere geleyim, iyi paralar kazanayım, bir de araba alayım sonra bir de evleneyim çok para harcayayım” gibi hayaller kurmadım hiç. Ben kendimi idealist bir insan olarak görüyorum ve çocuklarımın da idealleri olan insanlar olarak yetişmelerini istiyorum. Bugün Mir Holding’in vizyonu “Teknolojinin limitlerini zorlayarak insanlığın aşamadığı sorunlara çözüm geliştirmek”. Ama benim öğrencilik yıllarımdaki vizyonum da buydu. Bu felsefeyle yetiştirdim kendimi… Çünkü gelir dağılımındaki adaletsizliğin sosyal felakete yol açacağını, dünyamızı mutsuz kılacağını düşünüyordum. O yüzden zenginin daha iyi yaşama gibi bir lüksü olmamalı diyordum. İnsanlar hak ettiği kadarını helal yollardan kazansın, asla siyasi gücünü ya da diğer güçlerini devreye sokarak gelir elde etmesin, sofrasına koyduğu çeşit sayısıyla fakir sofrası arasında uçurum olmasın diyordum. O günkü ideallerimi hala koruyorum, hala aynı düşünceleri taşıyorum. Bu düşüncelerim doğrultusunda başında bulunduğum şirketleri yönetiyorum. Çalışanlarıma bu düşünceleri aşılıyorum. Evlatlarımı bu ahlakla yetiştirmeye özen gösteriyorum. Çocuklarım, ancak benim gibi düşünürlerse ve bu doğrultuda kendilerini yetiştirirlerse onlara servet emanet edilebilir diye düşünüyorum. Çünkü bizler de bu servetin sahibi değil sadece emanetçileriyiz. Şimdiden dokuz sayfalık vasiyetnamemi hazırladım ve üzerinde hassasiyetle durduğum bu konulara vasiyetimde yer verdim. Servetin tüm sahibi yaradan ise bizler sadece servetin koruyucusuyuz. Çocuklarımıza bu ruhu vermemiz lazım. Onlara teslim edilen bu emaneti incitmemeleri gerektiğini, onu büyütmeleri, korumaları, güçlendirmeleri gerektiğini ve bu emanette milyonların hatta milyarların hakkının olduğunu bilmeleri gerektiğini hissettirmeliyiz. Afrika’da yatağına aç yatmış çocuğun bizde hakkı var. Bu şuurda, bu bilinçte, bu ahlakta, bu düzgünlüklere sahip evlatlar yetiştirmeliyiz ve mülkü de transfer ederken onlara emanet ruhu ile emanet etmeliyiz.Avrupa’da çok uzun ömürlü şirketler oluyor. Özellikle bazı şirketler var ki; asırlardır faaliyetlerini sürdürüyorlar. Türkiye’de kurulan şirketler neden uzun ömürlü olmuyor?Şirketler birkaç gerekçe ile yıkılıyorlar. Birinci nesil yıkılıyorsa, daha çok yanlış iş yapış biçiminden yıkılıyor. Yanlış tercihler yapmış, yanlış sektöre yatırım yapmış, sermayesi kıtken sermaye ihtiyacı bol olan sektöre yatırım yapmış firmalar kapanıyorlar. İkinci nesilden sonra batıyorsa, şirketin devir mantığında bir sorun var demektir. Servetin devrine miras denir. Hukukta bunun karşılıkları var. Ben hukukun burada doğru insanı tatmin etmediğini düşünüyorum. Doğru insanın serveti bölmemesi lazım, hukuk bir kere serveti bölüyor. Kendi mantığı içerisinde adaleti sağlamak için serveti çocuklara ve diğerlerine bölüyor. Zaten ilk etapta şirketler bölündüğü zaman güç kaybı oluyor yıkılış kolaylaşıyor. Bunu Türklerin Orta Asya’da iken Türk Hakanı’nın devleti çocuklarına bölmesi sonucu zayıflayan devlet örneğinde de görmemiz mümkün. İşte şirketler için de bu geçerli… Şirketlerin serveti bölmemesi ve serveti blok olarak çocuklarına emanet etmesi gerekir. Benim vasiyetnamemde bu detay işlenmiştir. Çocuklarımız aç mı kalsın? Tabi ki aç kalmasın. Maaşları onları dünyada bir başka kardeşleri ile aralarında uçurum oluşturmayacak şekilde geçindirecektir. Bugün benim yöneticisi olduğum şirkette her kademenin maaş kategorisi vardır ve çocuklarımız da üst kademelere doğru çıktıkça doğal olarak maaşları artacaktır, o maaşla geçineceklerdir. Aldıkları maaşla tatmin olmayı öğrenmeleri lazım… Özellikle ikinci neslin en büyük handikaplarından bir tanesi, dışarıdan aileye giren gelin ve damatların pozisyonlarının belirlenmesi meselesi… Bu pozisyonların doğru şekilde ayarlanması ve kurum kültürüne uygun olarak bünyeye katılımlarını sağlamak lazım… Aksi takdirde müesseseler parçalanıyor. Parçalanmış kurumların yönetilmesi de çok zordur. Bunun dışında şirketler ürün yelpazelerini gelişen teknolojiye ve hayat şartlarına uygun olarak yenilemiyorlar, Ar-Ge’ye kaynak ayırmıyorlar. Dedelerinin veya babalarının geliştirdikleri ürünlerin üretimine aynen devam ediyorlar. Zamanla o ürün rekabet gücünü, cazibesini kaybediyor ve şirket karlılıktan uzaklaşıyor. Dolayısıyla devralınan emaneti çağa uygun olarak geliştirmek lazım. Bunu yapamayan şirketlerin kapanışı da hızlanıyor. Bir de hızla kurumsallaşmak gerekir. Şirketler kurumsallaşmazlarsa eğer, bir gün karizmatik lider dediğimiz o lider ya vefat ettiğinde ya da hasta olduğunda şirket kendini boşlukta hissediyor. Karizmatik lider kendini sığınak gibi dar zamanda imdat dendiğinde yetişen kişi gibi konumlandırılıyor. Oysaki en baştaki kişi olmadan sürdürülebilir şirketler daha kalıcı oluyorlar. Kurumsallaşma kalitesini, kurumsal yönetim ilkeleri dediğimiz ilkeleri benimsemiş şirketlerin daha uzun yaşadıklarını düşünüyorum. Yine yatırım planlamaları, yeterli şirket sermayesi, finansal yönetim gibi sayabileceğimiz birçok etken şirketlerin ömürlerini belirleyici unsurlar arasında yer alıyor. Açıkçası sorduğunuz sorunun cevabı üzerine ciltler dolusu kitaplar yazılabilir. Ben hali hazırda aklıma gelen bazı nedenleri sizlerle kısaca paylaşmaya çalıştım.Peki, bir işadamı olarak “Bir gün batarım” korkusu yaşadığınız oldu mu hiç?Düşmez kalkmaz bir Allah, herkes her şeyi yaşayabilir fakat biz ilelebet yaşamasını arzu ediyoruz kurumumuzun. Arzumuz bu. Az evvel saydığımız önceliklerin tamamını göz önünde bulundurmaya gayret ediyoruz. Son derece kontrollü borçlanıyoruz ya da borçlanmamayı tercih ediyoruz. Evlatlarımızın düzgün olmasına önem veriyoruz, mirasa bakış açısını mazbut bir yere oturtmaya çalışıyoruz. Sağlam bir kadromuz olduğunu düşünüyoruz ve bu kadroya inanıyoruz. Sıfırdan başlamış bir müessese olarak buralara kadar gelmiş olmanın gururunu yaşıyoruz. Bugün iyi bir öz kaynağımız, iyi bir markamız, piyasalarda saygınlığımız var. İyi bir endüstriyel kültürümüz var. İyi bir araştırma - geliştirme vasfımız var. Türkiye’de endüstriye dönüşmüş patentte bir numarayız. Dolayısıyla bunun üzerine daha güzel şeyler kurabiliriz. Kurumu hem büyütürüz hem de sağlıklı yaşatabiliriz inancı taşıyoruz. Fakat tekrar söylüyorum; haddi aşmak istemem, düşmez kalkmaz bir Allah. Her şeye rağmen en kötü senaryolara göre davranmak da çok akıllıca değil çünkü o zaman da hiç büyüyemezsiniz. Tutukluk yaparsınız. Kurumları büyütmek zorundasınız. Azami tedbir alan kurumlarda da başka handikapları başlıyor. Bir kurum 400’ün üzerinde risk taşır. Döviz riski, ülkemizde olabilecek muhtemel bir kriz, bilgisayar sisteminizin çökmesi gibi problemlerin hepsi risktir. Bunların hepsini yönetmek zorundayız. Dizayn Grup olarak boru sektöründe faaliyet gösteriyorsunuz. Holdinge bağlı diğer şirketleriniz aracılığıyla tarım, akıllı bina sistemleri, tıbbi ürünler&cihazlar gibi alanlarda hizmet veriyorsunuz… Oldukça farklı alanlar seçmişsiniz…Yapmış olduğumuz AR-GE çalışmaları sonucu farklı endüstrilere girmemiz için çeşitli fırsatlar doğuyor. Aslında temelde yaptığımız iş aynı… Yani tıp sektöründe de, tarımda da, enerjide de, boru sektöründe de, akışkan taşıma teknolojilerinde de biz 4 tane anabilim dalı üzerine çalışıyoruz. Bunlar; Akışkanlar mekaniği, ısı transferi, termodinamik ve malzeme… Ben makine mühendisiyim ve bu 4 ders makine mühendisliğinde çok önemlidir. Tıpta da bu dördünü yapıyoruz. Damarlarda yürüyen kanı yönetmekle boruda yürüyen suyun yönetimini yapmak arasında hiçbir fark yok. Birine tıp sektörü deniliyor birine inşaat sektörü deniliyor. Bir binada dolaşan su ile bir ağaçta dolaşan suyun arasında da hiçbir fark yoktur. Birine tarım sektörü deniliyor, diğerine inşaat sektörü deniliyor. Teknoloji çeşitleme buradan doğuyor. Biz temel bildiğimiz işi yapıyoruz ama çıktıları farklı. Bütün alanlarda akışkanlar mekaniğini, ısı transferini, termodinamiği ve malzemeyi kullanıyoruz. Farklı sektörlerde faaliyet göstermenin avantajları da oluyor aynı zamanda… Riski farklı alanlara dağıtmış oluyoruz. İnşaat sektörünün karlılığı bellidir, düşük kar yaparsınız ve rekabet boldur ama Tıp sektörü karlılığı olan bir sektördür, yüksek kar yaparsınız ve rakip azdır. Tarım son tüketiciye hitap eden bir sektördür. Boru ise son tüketiciye hitap etmez. Tarımda Miracle markamızın 3-5 yıl sonra tüm dünyada duyulmasını hedefliyoruz. Olabildiğince son tüketiciye doğru kaymak istiyoruz. Bunun yanı sıra altı ana sektörde hem araştırma geliştirme faaliyetlerimizi derinleştiriyoruz hem de altı ana sektörü altı ayrı şirket çatısı altında yürütüyoruz. Üst şirket olarak da holding yapılanmamız var. Boru teknolojilerinde bugün itibarı ile gerçekten iddialı bir yerdeyiz. Dünyanın en büyük çaplı borusunu biz üretiyoruz. En yakın rakibimizden 5 kat daha büyük çap ( boru kesiti) üretiyoruz dolayısıyla boru konusunda dünyada da sektörümüzde de iddialıyız. Tarım konusunda dünyanın gelmiş olduğu en iyi seviyeye şuan firmamız konumlanmış bulunuyor. İnsanın açlık sorununa çözüm üretmek için mücadele veren bir şirkettir bu şirket. Özellikle Afrika’da Nijer gibi fakirliğin en üst olduğu noktalarda sebze ve meyve üretimini başarabilecek temel bir teknolojik topraksız tarım çalışmamız var. Bunu başardığımızda ilk serayı biz kuracağız daha sonra da o bölgenin insanlarına sebze ve meyveyi nasıl yetiştireceklerini öğreteceğiz. Biliyorsunuz ki Nijer’de sıcaklık 60 derece… Hiçbir sebze ve meyve yetişmiyor. Bu sıcaklık bütün sebze ve meyveleri su olsa bile strese sokuyor. Topraklı tarım projemizde de çok güzel bir çalışma yürütüyoruz. Bizim tarladan hem doğal hem sağlıklı hem de daha yüksek verimli ürün alabilmeye fırsat verecek bir teknoloji bu. Hem çiftçilerimizi zenginleştireceğiz hem ülkemizin tarımsal üretkenliğini arttıracağız hem de tarım kökenli ihracatı arttıracağız. Üçüncüsü Enerji Teknolojilerinde bir dizi çalışma yürütüyoruz özellikle yenilenebilir, çevreyi kirletmeyen enerji üzerine çalışıyoruz. Burada iyi bir performansımız var. Rüzgar, dalga ve güneş enerjisinin birlikte kullanıldığı bir teknolojiye sahibiz. Dünyada da bu konuda bir rakibimiz yok. Dördüncüsü Tıp Teknolojilerinde dört ana başlıkta ilerliyoruz. Bir tanesi hiç kan almadan insanın vücudundaki üreyi yarım saatte bir bildiren üre saati, bunu yakında piyasaya sürüyoruz. Kan almadan üre ölçmek çok önemli bir olay, çok önemli bir buluş çünkü bazı hastalıklarda damardan kan aldığınızda kanı durduramıyorsunuz. Hasta çok mağdur oluyor, dolayısıyla biz buna gerek kalmadan direkt cildin üzerinden ölçüm yapıyoruz. Henüz deşifre etmediğimiz farklı projelerimizde var. Yapı teknolojileri ile ilgili çalışmalarımızda binalar en çok rutubete maruz kalıyor her ne kadar altta iyi bir bohça yapılsa bile bir süre sonra bohçada yırtılıyor ve topraktan çıkan rutubet betonarmenin içindeki demir kısmını zarara uğratıyor ve demir ile arasındaki bağı koparıyor. Depremde binaların yıkılmasında bu durum önemli bir etkendir. Dolayısıyla insanlığın çözüm getiremediği sorunlara çözüm getirmeye çalışıyoruz. Akışkan taşıma sistemlerine gelince; Kıbrıs Barış suyu projesi bizim projemiz… Kıbrıs’ta su sorunu var ama kimse oturup da Kıbrıs’ın su sorununu çözmeyi akıl etmiyor. Biz dert ettik çözdük ve Başbakanımıza sunduk. Projenin temeli atıldı. Tüm patent ve telif hakları bize ait olan bir proje ve şimdi daha büyüğünü çalışıyoruz. Ortadoğu Barış suyu projesi üzerinde çalışıyoruz. Dolayısıyla akışkan teknolojilerinde çok iddialıyız. Nil Nehri geçiş projemizde aslında bu grubun bir parçası. Nil, insanlık tarihinden beri var ama Sudan’ın Başkenti Doğu Hartum ve Batı Hartum arasından geçen Nil onların susuzluk problemini çözemiyor. Neden çözemiyor? Çünkü Nil su kalitesi olarak içilebilir kalitede değil, arıtılması lazım. İngilizler Batı Hartum’ a bir arıtma tesisi yapmışlar, Doğu Hartum’un ihtiyacını da karşılayacak kadar büyük ama Nil geçilemiyor. Biz Nil’i dört ayda geçtik ve Nil 2 metre/saniye hızla akan bir nehir hiçbir batırma yöntemi Nil’i geçmeye müsaade etmiyor. Biz çok özel bir teknoloji kullandık tabii ki… Şu anda doğu Hartum’da iki milyon insan bizim taşıdığımız temiz suyu içiyor. Bu bizi tabiî ki mutlu ediyor. Dünyada suyun ulaşması gereken birçok yer var, işte bu bizim uzmanlık sahamız.Sivas ile ilgili sorularımıza geçecek olursak; gurbette yaşayan bir Sivaslı olarak, Sivas’a karşı hangi sorumlulukları taşıyorsunuz, neler hissediyorsunuz?Kangal ilçesi Alacahan Köyü’ndenim. Sivaslıyım, aynı zamanda Sivas Sporluyum. Sivas Sporda oynayan futbolcuların hiçbirini tanımam ama kalben, ruhen Sivas Sporluyum. Çocuklarımın da birinci takımı Sivas Spor. Dolayısıyla çocuklarımın gözünde Sivas kıymetli bir şehir. Her yıl memlekete gidiyor olmamız onların muhabbetini daha çok arttırıyor. Çocuklarım İstanbul doğumlu ama onlara nerelisiniz diye sorduğunuzda hiç tereddüt etmeden Sivaslıyım diyorlar bu çok önemli… Sivas’a giderken, Yozgat’a yaklaşınca heyecan başlar bende. Akdağ Madeni’ne girince heyecan daha da artar. Hele bir de “Sivas 10 km.” yazısını görünce kalbim yerinden fırlayacak gibi olur. Bu kadar özlem duyarım. Aşık’ın Maşuk’u ile buluşması gibi bir şey benim gözümde Sivas ile buluşmak. Doğup büyüdüğüm, sebze sattığım yılları yâd ederim. Sebze arabamı sürdüğüm güzergahı takip ederim. Halden arabayı doldurup sokak sokak dolaşır, akşama evde olurdum. O güzergahta seyyar sebze arabası görürsem iner yardım ederim hep… Çünkü orada 15 yaşımdayken biri benim arabamı ittiğinde duyduğum mutluluğu, itmediğinde de mutsuz olduğumu hatırlarım hep. Çok yokuştu çünkü, tek başıma çıkaramazdım arabayı… Yani orada 15 yaşındaki İbrahim’i yaşarım. Sebze için bağırmak lazım tabi, evlerdeki hanımlar duysun. Bağırmayı denerim. Çocuklarım buna güler, şaşırır benim heyecanıma da şaşırırlar. Yaşamadıkları için ilk yıllar daha çok şaşırırlardı ama şimdi onlar da yaşamaya başladılar. Beni daha iyi anlıyorlar. Yanılmıyorsam Mevlana’nın bir sözü vardı “Ben Dostlarımı Ne Kalbimle Ne de Aklımla Severim. Olur ya Kalp Durur, Akıl Unutur Ben Dostlarımı Ruhumla Severim. O Ne Durur, Ne de Unutur. Ben Sivas’ı ruhumla seviyorum…Bunlar manevi yönden Sivas’a olan bakış açımız, bağlılığımız… Madden ise Sivas’a yatırım yapmayı düşünen bir işadamıyım. Bununla ilgili gerekli mercilerle görüştüm, projemden bahsettim. Umarım kısa süre sonra bu projeyi açıklayabiliriz.Orada yaşayan yakın akrabalarınız var mı?Annem, babam İstanbul’da yaşıyor fakat akrabalarımız var, onları da ziyaret ediyorum. Köye ziyaretlerimizden birisi festival zamanına denk gelmişti ve bu festivalde bana da bir konuşma yaptırdılar. Ben de “Babamın gözü ile köyü sevmek” adlı bir konuşma yapmıştım. Hani meşhur bir şey anlatırlar ‘’Leyla ile Mecnun birbirlerine aşıklar ama bir türlü buluşamıyorlar. Dönemin hükümdarı bunu duyuyor, bir sevap işleyip bunları buluşturayım diyor. Önce Mecnun’u buluyor; sana Leyla’yı bulacağım diyor. Tabi Mecnun çok mutlu oluyor. Sonra Leyla’yı buluyor gerçekten. Mecnun’a haber gönderiyor Leyla’yı buldum diye. Leyla bir odada Mecnun ile Hükümdar bir odada… Tabi hükümdar Leyla’yı önce bir görüyor; bakıyor ki kara kuru bir kız. Aşık olunacak bir kız değil. Buluşma gerçekleşmeden Mecnun’a diyor ki; “Leyla’yı sana buldum ama merak ettiğim bir şey var. Ben Leyla’yı tanıdım, gördüm kara kuru bir kız… Sen bunun neyine aşık oldun?” Mecnun’un orada söylediği meşhur bir laf var: “Siz bir de ona benim gözümle bakabilseniz” Aynı bu hikayedeki gibi benim gözümde köy bozkır gibi görünüyor, çok az yaşanmışlığım var ona rağmen seviyorum ama sevdalısı olmam çok zor. Lakin babamın gözüyle bakınca; babam köye sevdalı, akşam sabah köyü hayal ediyor. Onun için köye babamın gözü ile bakmaya çalışıyorum…Son olarak Sivas ile ilgili çok sayıda dernek ve vakıf olması hakkında neler düşünüyorsunuz? Sizce Sivas’a yönelik kurulmuş sivil toplum örgütleri yeteri kadar başarılı mı?Bir kere başında Sivas olan birçok dernek, oluşum ya da platform ismi duymak benim kafamı karıştırıyor. Biraz da işin ciddiyeti bozuluyor sanki… Bir şekilde bunlar bir çatı altında buluşabilmeyi başarsalar, daha güçlü bir ses, on binlerce üyesi olan bir büyük organizasyon olsalar hem Sivas’a çok fazla faydası olur hem de siyasi otorite karşısında derli toplu bir güç olur. Sivil toplum örgütleri çağdaş dünyanın değerli güçlerinden birisidir. Bu karışıklığın giderilmesini tavsiye ederim. Sivaslı işadamlarının dayanışma içerisinde olması kuşkusuz güzel olur.İbrahim Mirmahmutoğulları Kimdir?Sivas’ın Kangal ilçesinde 17 Mayıs 1964 tarihinde dünyaya gelen İbrahim Mirmahmutoğulları, 1982 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği Fakültesi’ni kazandı. Burs alarak eğitimini tamamlayan Mirmahmutoğulları, 1987 yılında sıfır sermaye ile Dizayn Grup’u kurdu. Dizayn Grup, bugün Mir Holding bünyesinde diğer grup şirketleriyle birlikte faaliyetlerini sürdürüyor. İstanbul Sanayi Odası’nın organize ettiği “inovasyon” büyük ödülünü de alan Dizayn Grup ayrıca her yıl Türkiye’nin çeşitli üniversitelerinde sürdürülmekte olan 8-10 civarında master ve doktora çalışmasının hem konusunu belirliyor hem de maddi ve teknik açıdan destek veriyor. Bu gün itibariyle 85 adet patente sahip olan Dizayn Grup, endüstriye dönüşmüş patent sayısında liderliği elinde bulunduruyor.İbrahim Mirmahmutoğulları, ilk yıllardan itibaren şirketin omurgasını “Araştırma ve Teknoloji Geliştirme” üzerine oturtmuş bir işadamı… Yaptığı çalışmalarla bugüne kadar birçok kurum tarafından ödüllendirilen Mirmahmutoğulları, 1994’ten bu yana her yıl düzenlenen ve uluslararası bir organizasyon olan Dünya Genç Girişimci İşadamı Yarışması’nın ilk etabı Türkiye Finalinde hem Evrensel Katkı hem de Birincilik Ödülü’nün sahibi… Türkiye’de elde ettiği bu başarıyla yarışmanın Filipinler’de düzenlenen dünya finalinde ülkemizi temsil eden Mirmahmutoğulları, ülkemizdeki başarısını Filipinler’de de sürdürmüş ve 2002 Dünya Genç Girişimci İşadamı Yarışması’nda Dünyanın En Başarılı Girişimcisi ödülünü almıştır. Dünya Gazetesi’nin her yıl geleneksel olarak düzenlediği “Ekonominin Şeref Kürsüsü” adlı değerlendirme platformuna aday gösterilmiş ve 2002’de “Yılın İşadamı” seçilmiştir.İbrahim Mirmahmutoğulları, her yıl düzenlenen Uluslararası Su Sempozyumu’na da ülkemizi temsilen katılmış ve UNESCO tarafından dünyanın su sorununu çözmeye katkısından dolayı “Water and Water Management - Su ve Suyun Yönetimi” ödülüne de layık görülmüştür.Hayatı boyunca Araştırma ve Teknoloji Geliştirme çalışmalarına büyük önem veren Mirmahmutoğulları, Türkiye’deki yetişmiş insan gücünden yararlanılması düşüncesiyle yeni bir kampanya başlatmıştır. “Beyin göçüne karşı, beyin gücünü teşvik ediyoruz” adı altında başlatılan kampanya ile Türk insanının üretkenlik vasıflarının bir kez daha ortaya çıkmasına vesile olan Mirmahmutoğulları, böylece topluma karşı sosyal sorumluluk görevini de yerine getirmenin gayreti içerisindedir.Mirmahmutoğulları, aynı zamanda Uluslararası Teknoloji Birliği’nin de (UTB) başkanlığını yapmaktadır.İbrahim Mirmahmutoğulları evli ve 3 çocuk babasıdır. Bu içerik 22625 defa okundu. DİĞER HABERLER Sivkon Sivas Konfederasyonu 3. Olağan genel kurulunda Metin Yarım Başkanlığında liste seçimi ile devam. Şenel ÇOBANOĞLU, ZASİAD’ın 6. Dönem Başkanı olarak seçildi.DİVSİAD GENEL KURUL“50’den fazla ülkeye Paslanmaz çelik ihraç ediyoruz”Demir Çelik Ürünlerinde Güvenilir Çözümler“Yeni fabrika yatırımlarımızla pazar payımızı arttırmayı hedefliyoruz”DİVRİĞİ’Lİ ÖĞRENCİLERE TABLETLER TESLİM EDİLDİAnkara-Sivas Yüksek Hızlı Tren Hattı Projesi’nde performans testleri başladıSivas'ın Pamukkale'si Altınkale hizmete açıldıSivas Ticaret ve Sanayi Odamız (STSO) Şubat ayı Meclis Toplantısı Meclis Başkanı Çetin Yıldırım başkanlığında gerçekleştirildi.